31 Mayıs 2010 Pazartesi

Zekai'nin soluk dolu hayat hikayesi



Zekai adı ilk Galton'un ağzından duyulur ancak bu ad günümüzdeki zekai adıyla aynı anlamı taşımaz. Çünkü kulağa 3 kere yanlış fısıldama sonucu ortaya çıkmıştır. Asıl Zekai, Binet ve Simon'unu sayesinde Fransa'da dünyaya gelmiştir. Zekai doğumundan itibaren 30 yaşına kadar yaşama izni almış ve hayatının bu süreç içerisinde giderek zorlaşacağı belirtilmiştir. küçüklüğünde Problem çözme, muhakeme, anlama ve nedensizleştirme vukuatları ondan sorulurdu. Derken yıl geldi 1912'ye bizimki küçük çocuklara ve bebeklere yol göstermek için çıktı yollara. 1916 yılında ise Standford Üniversitesindeki Terman ve arkadaşlarıyla tanıştı ve onlarla birlikte takıldıktan sonra hayatı değişti. Zekai kavramını ilk kez onlarla anladı ve böylece kendini daha iyi tanıyarak yeteneklerinin farkına vardı.


I. Dünya Savaşına gelindiğinde Zekai'yi tarih sahnesinde görüyoruz. O ve onun gibilere olan ihtiyaç savaşın en makul bir şekilde kazanılmasına sebep oluyor. lakin tarih bu kazanamı bu kadar masum yorumlamıyor.

Yıllar hızla geçerken Zekai büyüyor ve yetenekleri sayesinde ünlü oluyor. bu esnada bu zamana kadar aramayan sormayan baba adayları gündeme geliyor:
SPEARMAN ;kendi faktör analizi tekniğini kurmuş ve iki faktör kuramı bakkalına sahip bir insan yeteneği avcısı. ona göre tüm entellektüeller (G) ve özel bir alana ait olanlar ise (S)'dir.
THURSTONE; Zekai'nin 7 yeteneğini bildiğini iddia eden bir şizofren.
GUİLFORD; ise bunun üzerine Zekai'nin 150 çoklu yetenenek yapısı olduğunu kanıtlamaya çalışan fakat her gittiği adliyeden eli boş dönen bir teşhirci.
STEİNBERG; Zekai'nin bu haberlerden psikometrisi bozulacak korkusuyla ona itafen 3 faktör kuramlı psikometrik testi geliştirmiş böylece kafası karışan Zekai daha iyi konsantre olmasını sağlayarak ona daha çok yakınlaşacağını sanan illüzyonist.
GARDNER; Zekai'yi çoklu olarak tanımladı ve disosiyatif kimlik bozukluğu yaşayan seri katil ortaya çıkmış oldu.
BATTLE; Zekai'nin pragmatik ve mekanik olarak doğu ve batı kültürlerini temsil ettiğini söyleyerek iç işlerde bir karışıklık çıkmasına neden oldu.

Bir kaç iyi adam da ZEkai'yi yanlış tanıdıklarını bu yüzden de ona yönelik bir suikast düzenlediklerini itiraf ederek kendilerini affettirmek için paralel evrenlerdeki Zekai'leri tanımladılar.
1921 paralel evrenindeki ZEKAİ: soyut kavrama, zihinsel temsil, problem çözme, karar verme, çevreye uyum sağlama süreçlerinde halka yol gösteren varlık.
1986 paralel evrenindeki ZEKAİ: kültüre bağlı değerlerin oluşmasına ve yönetici işlevlere katkıda bulunan vezir.
Weschler P.E. ZEKAİ: canlının amaçlı davranma, rasyonel düşünme ve çevreyle etkili biçimde ilişki kurabilme yeteneğine sahip bir psikolog.

Bu süreçte Zekai kimseye kulak asmadı ve ününün yanında kendi varlığının anlamını bulabilmek için durmadan okudu. hala araştırmalarda insan zihnine yönelik çalışmalarda onun adını görebilmekteyiz.



Ve bugün....yorucu hayatın tüm cilvesine karşı 29 yaşına gelmiş olan Zekai artık bir mezun.

29 Mayıs 2010 Cumartesi

herkes bir sanatçı, peki ya o çocuğun suçu ne?

ölüm...sonrası bilinmeyenlerle dolu korku uyandıran bir metafor. geride kalanlar alışmak zorunda olanlar ve bunun için gerekli olan şey insanın en bilindik özelliği unutması...peki ya o süreç? söylenenleri hayata geçirebilmek kolay olmasa gerek acıyı iliklerinde hissettiğin zaman...geçen zamanın hayata bakışını değiştirdiğini düşünürsek hayatın hiç de güvenli olmadığı düşünebilir ufacık bir çocuk, annesi yanında yokken...kim destek olabilir, kim sevebilir onu annesi kadar! kim avutabilir! kim anne sevgisinin nasıl olduğunu anlatabilir ona annesinden başka!
çevremize ayak uydurabilmen gerekir der Darwin, yoksa yok olursun. zorluklara alışabilmektir uyum sağlamak...ne kadar unutursan o kadar mutlusun! öğrenceğin şeyler bir annenin yanında kendini nasıl güvenli olduğunu hissetmek olmalı iki kere iki dört eder diil...ne zamanki hırsları, gururları, bencillikleri devreye girer insanların o zaman mutsuzluğa doğru iterler kendilerini...yaşamak sanattır! sanatını nasıl anlamlandırmışsan kendince o anlamla sunarsın dünyaya.kendini mutlu etmek biraz da fırçanı nasıl kullanacağına bağlıyken o çocuğun hangi malzemesi eksik...

27 Mayıs 2010 Perşembe

www.youtube.com, dıt dıt dıt,,aradığınız siteye şu anda ulaşılamıyor...


Bilim konusunda o kadar ileriyiz ki dünyanın bizim etrafımızda döndüğünü düşünüyoruz hala...18.yüzyıldaki Osmanlının yaptığı hatayı tekrarlıyoruz grandiyöz sanrılarımızla...insanoğlu aya çıkarken biz daha yeni televizyona ulaşıyoruz, ağzımız açık burnumuzdan sümüklerimiz aka aka ne olduğunu anlamaya çalışıyoruz yerçekime karşı koyabilen insanları. yeniliklere kapanıyoruz ki einstenin IQsü üzerindeki zekamız özgünlüğünü kaybetmesin.. o yüzden beynimize surlar inşa ettiriliyor ilk çağlardaki yeni yerleşime geçmiş topluluklarda olduğu gibi...hangi çağı yaşıyoruz ya da hangi çağa geri dönmemiz isteniyor...kültür başkentine ev sahipliği yaptığımız şu yılda Pakistan'ın bile yasağının kaldırıldığı youtube'ye nasıl bir anlam yüklüyoruz da kapatıyoruz? bilenler varsaa facebookta PAYLAŞsın..

19 Mayıs 2010 Çarşamba

Dilimin Ucunda Fenomeni




Her şeyi eksiksiz hatırlasak! sanrım böyle bir lafı hayatımızda en az bir kere de olsa kullanmışızdır. peki nasıl yapabileceğimize dair herhangi bir fikrimiz var mı? beynimiz böyle bir şeye hazır ama sanırım biz değiliz..
Literatüre baktığımızda Atkinson ve Shiffen beynimizde işleyen belleğin duyusal bellek, kısa süreli bellek ve uzun süreli bellek olarak üç bölümle oluştuğunu ortaya koymuşlar. meselam bir uyarıcıyla karşılaştığımızda duyusal bellek çok kısa bir sürede bu bilgileri depoluyor fakat bu bilgiler milisaniyelerle depolandığı için uçup gidiyor. yani duyusal bellkte yok yok:) işlemlediğimiz bilgiler ise duyusal bellekten kısa süreli belleke aktarılıyor. kısa süreli bellek bilginin tekrarlanarak varolabildiği bir depo. her insanın 7 artı, eksi 2 nesneyi aklında tutabilecek bir kapasitesi vardır fakat bu kümeleme gibi çeşitli atraksiyonlarla arttırılabilir. telefon numarasını aklınızda tutabildiğiniz sürece kısa süreli bellek sizi asla yalnız bırakmaz ne zaman ki ihanet edersiniz o zaman sizi terk eder. ee normal hayatta da böyle olmaz mı saten:P kısa süreli bellekte bilginin kodlanması sessel yani fonolojik olarak gerçekleşir, uzun süreli bellekte ise bilgiler anlamlarıyla sindirildikleri için anlamsal olarak kodlanır. yani bir bilgiyi ayrıntılı tekrar yoluyla kendi cümlelerimizle anlatabiliyorsak ve bunu sürekli olarak kullanabiliyorsak artık bilgi kemale ermiş demektir.
(?)peki kısa süreli bellekte bilgi neden uzun süre kalamaz?
kısa süreli belleği bir tatil beldesine, bilgileri de turiste benzetirsek; beldenin kapasitesi ve gelen turistin kalma süresi sınırlı olacağından ve sürekli bir turist akışı nedeniyle eski turistlerin bir yerden sonra defolacağıdan ve bu yüzden belediye başkanının da eskilerine el fatiha deyip yeni turstler için gözünde dolar işareti oluşacağından turistler yaz sonu alanı terk ederler. turist lakaplı bilgiler de yok olur gider.
(?)peki ya kısa süreli bellekten uzun süreli belleke geçiş nasıl olur?
Beynin fizyolojisine baktığımızda hipokampüs adı verilen yapının bilginin kısa süreli bellekten uzun süreli belleğe geçisini sağladığını görmekteyiz. tabi bu görme muhabbeti teori olarak gerçekleşiyor. ayrıntılı tekrar yoluyla nörol kodlama gerçekleşir. bu kodlama nörol aktiviteye sebep olur. ve beyindeki yapısal aktiviteyi oluşturur. nörol aktivite sürdürülünce de beyindeki sinapslar güçlenir ve sonuçta biz öğrenmiş oluruz.
Konseyidasyon hipotezine göre; bilgi basit ve ayrıntılı tekrar sayesinde kısa süreli bellekten uzun süreli belleğe geçer. ayrıntılı tekrarda kişi öğrendiği bilgiyi varolan bilgileriyle dansa davet oynatır. eşsiz kalanlar ise unutulur gider. eşli olanlar ise evlenir ve çocuklarıyla beraber genişleyerek o konuda daha çok bilgi sahibi olmamıza neden olur.
Bilgi işlemleme düzeyleri yaklaşımına göre ise; bilginin işlemlenmesi yüzeysel düzeyden derin düzeye doğru gerçekleşir. herhangi bir konuyu yeni öğrendiğimizi ele alırsak ilk okuduğumuzda anlamayız fakat daha sonra tekrar okuduğumuzda ne kadar basit olduğunu görür kendimle dalga geçeriz. o konuda daha ayrıntılı bilgiler eklemek temel bilgileri bildiğimizde daha kolay olur ve bu sonsuza kadar sürüp gider.
(?)peki ya dilimin ucunda fenomeni nasıl oluyor?
insanoğlu her şeyi bilmek adına bulunduğu girişimlerden pek de olumlu sonuçlar alamayabilir. bilgiyi ezberlemek ya da aklında kaldığını sanıp biliyormuş havasına girmek kimi zaman bilgiyi kullanma zamanı geldiğinde anlatamama durumuna sürükleyebilir. 'biliyorum...biliyordum!!!' denir ve adı veya içeriği bir türlü gelmez aklımıza. işte bu durum bilgiye gereken önemi verememekten kaynaklanır ki kendini değersiz gören bilgi uzun süreli belleğe ait olmadığını düşünür ve beynin kara deliğinde kaybolur gider. yani bilgiyi gelişigüzel okuyup kodlayamamaktan kaynaklanan bir durum söz konusudur.
kısıtlı bir zaman diliminde yeteceği düşünülen bilgilerin aslında günün birinde lazım olacağı inancıyla ezberlemek yerine öğrenilmesi kişinin bilişsel olarak kendini hazırlaması sonucu daha iyi gerçekleşecektir.

11 Mayıs 2010 Salı

Konfüzyonel bİr Günaydın..

çalan telefona gözleri yarı açık bir şekilde kalktığını sonradan olayı anlattığımda bile hatırlamıyordu. arayan bendim. bir haftadır işe gittiğini varsayıyordu ama biz ne yazık ki ortada görünen kişinin o olmadığından emindik. telefonu açtı ve sanki bilgisayarla konuşuyormuşum gibi tepkiler verdi.konuşanın o olduğundan emin olmak için oynadığı fifa oyununun versiyonunu sordum.cevap doğruydu! bir konuşma çabasına girmekten ziyade sadece sorduğum sorulara cevap veriyor veya sanki bunu yapması uzaylılar tarafından bildirilmiş gibi söylediklerimi sadece tekrar ediyordu. bir günaydına karşı sadece bir günaydın alabiliyordum. ekstra bir kelime duymak maaşıma her ay zam almak gibi bir şeydi tabi günaydının ardından canım gibi sözler etmediysem...sorulan sorulara cevap alma konusunda da o kadar şanslı olduğum sayılmaz.sanki kendi kafasında bir gidişat belirlemiş gibi beni çılgına çevirebilen bir cevap kapasitesine sahip.mesela dişlerini fırçaladığına dair bir soru sorduğumda karşılık olarak Alice Harikalar Diyarında filminin sonunu dahi dinliyor olabilirim.tabi o filme gitmediysem ve gerçekten izlemek istiyorsam trajikomik bir durum yaratabilirim kendime o vakitte. iyi tarafından bakılırsa konuşmaya başladığımda sözümü kesmeden dinlemesini taktir edebilirim herhalde. lakin sorduklarıma yaratıcı bir beynin içten kahkahaları ile birlikte benimle alay geçerek cevap verdiğini düşündüğüm zamanlar da olmadı değil . bu olay gerçekten çileden çıkarıcı.ne yazık ki kapitalizm sisteminde ekmek elden su gölden deyimi tarihe karıştı ve para kiminse söz de onun. patron oğlunu benim uyandırmamı istiyorsa 'oğul kaldırıla' nidalarıyla bu gerçekleşecektir.tabi bu sırada içimden geçirdiğim küfürler genelde ağzımın içindeki tükürüklerle birlikte deforme olur. yine de arada bazı faydalı bilgilere ulaşmadım değil. mesela kasanın şifresi gibi...