29 Eylül 2010 Çarşamba

Sineklerin sörf dünyası -1-

Yapılan araştırmalarda sineklerle insanların gen yapıları arasında fazla bir fark olmadığı ortaya konmuştur şöyle ki; 60-100 bine vardığı tahmin edilen insan genleri sayısı, sineğin yalnızca iki katı. Doğal olarak yaşadıkları sosyal hayat, ekonomik durum, insan ilişkileri, sosyal etkiler, fizyolojik ve psikolojik süreçler ve inanma ihtiyacı da benzemektedir.
  • Sinekler de göçebe hayatını tatmış ve zamanla yerleşik hayata geçmişlerdir: Göçebe toplumunda yaşayan sineklerde erkek seferlere gider, kadın evde çocuğuna bakar ve çeşitli işlerle uğraşırdı. İş alanları çok çeşitli olan kadınlar birer mucit niteliğindeydi. Deneme yanılma yöntemiyle günümüzdeki mesleklerin temellerini atmışlardır. Fakat besin elde etmede 2. planda kaldıkları için günün ekonomik koşullarında mucitlik pek para etmemektedir.



  • Aile ilişkileri sosyal gelişim açısından benzerdir: Sineklerdeki baba oğul ilişkisi Oedipus kompleksinin son aşamasında özdeşim kurmayla yakın arkadaşlık ilişkisine döner. Zaman zaman gazetelerde yer alan ensest ilişkilerine rastlasalarda bu tür ilişkiler bozuk toplumun bir göstergesi sayılır ve genetik bakımdan hoş karşılanmaz. Mahkemeler bu konuda gerekli işlemleri yerine getirir.


  • Tuvalet eğitimi 2 yaşında başlar ve ömür boyu devam eder : 2 yaşındaki sinek model alma yoluyla babasının davranışlarını benimser. Eğer ki babası idine yenik düşüp canının istediği yeri ıslatıyorsa çocuktan da farklı bir davranış sergilemesi beklenemez. Kişilik üzerinde etkisi olan tuvalet eğitiminin yanlış alınması ileride sosyal hayata uyum sağlamada sorunlar yaşanabileceği öngörülmüştür. Nasıl ki bir çocuk idini kontrol etmeyi öğrenmemişse kasları üzerinde bir söz hakkına sahip olamayacak ve 2. resimdeki en soldaki bireye dönüşecektir.






26 Eylül 2010 Pazar

hiperaktivite bozukluğu olan sinek bozuntusu!


Herşeyi geride bırakmış odama sürüklenirken kapının kolunu bulduğum an içeri attım kendimi. kendimi ders çalışmak üzere masanın önünde bulunan kırmızı tabureye oturtmuştum ki odamın tepesindeki lambanın yanıbaşında bulunan bir vızıltıyla irkildim. internetten vızıldayan ailesinin bu üyesini araştırdım ve çıkan sonuçlarda kara sinek yazısını görünce bundan başka bir seçenek olmayacağına karar verdim. Bir karınca için ağutos böceği neyse benim için de o kara sinek oydu. Farklı bir anlam taşıyıpta hayatın anlamını yanlış yerlerde aramasına gerek yoktu. bu belki onun için bir özgüvensizlik yaratacaktı lakin gerçek duygularım bundan öte değildi ve rol yapmak için uygun bir duygu modunda değildim. Sinekgillerin hangi cinsi olursa olsun odamın ışığını kapatarak diğer odanın ışığını açtığımda elde ettiğim sonuçlara göre herhangi bir sineğin bulunduğu ortamı fazla conconlu bulmayarak çıkacağını biliyordum; lakin bu hipotezi çürüten sinek hipotezi çürütmekle kalmamış tüm akşam Bursa'nın soğuğuyla haşır neşir olmamı sağlamıştı. Gittiğine emin olduktan sonra ışığı açıp not geçirmeye başlayınca sessizlik yeminini bozmuş gibi odada fink atan ve dengesizce hareketler sergileyerek kafasını sürekli duvarlara vuran kara sineğin bu davranışları hakkında sinirlerimi yatıştıran bir neden buldum: yaşıtlarına göre daha fazla hareket halinde olan bu sinek bir psikoloji öğrencisinin odasına kendini atarak anlaşılmayı ve sorununa çözüm bulmayı bekliyordu. Dikkat dağınıklığı hiperaktivitesiyle birleşerek dengesiz hareketler yapmasına sebep oluyor impulsiviteleri yüzünden diğer sineklerle uyumu gerçekleşemiyordu. Sinek camiasının dışladığı bu canlıyı anlasam bile iletişimsizlik sebebiyle ilişki kuramamış ve camı çıkana kadar açık tutarak onu vahşi hayatla karşı karşıya bırakmıştım. Hocamızın da dediği gibi 'ne yaparsan yap ama zarar verme'.

Elektrik kabloları merasimi


Babamın işe gittiği bir günün sabahına doğru ram bellekten rem belleğe geçen bilinç seviyesinde yaşanan dramatik bir olay uyanınca el blenderi ile yapılacak olan pastanın habercisi kıvamındaydı. Havanın ışıdığına eminim fakat bulunduğum yer kapkaranlık. Sanırım elektrikler kesilmiş. Salonda yerini alan babam televizyon kapalı olduğu halde ironik bir şekilde o yöne doğru bakıyor elinde de kumandası. Annem karanlıkta elişi yapmaya çalışıyor gözlüklerini burun ucuna kadar indirmiş. Feneri insana duyarlı apartman lambaları gibi içinde saklı gözlük icat edilmiş olmalı. Ortalık sessiz sanki aile yapısını anlatan bir tanıtım filmi çeviriyoruz. Devreye girmiş olan bilinçaltı meşaleyi bilince vermeden önce senaryonun kendi kısmındaki rolünü yerine getiriyor. Mavi ışıklara tek bir duvar kalıncaya kadar yaklaşıyorum. Kapıdan girdiğimde gördüğüm şey fişin televizyonun kablo takılacak yere takılı olması. İnşaat işçisinden aldığım maskeyi kafama takarak fişi çekiyorum ve salona gidiyorum. Annem ile babamın benim geldiğimi görmemesi içime işlemiş olacak bilinçaltımdaki bilinçaltı devreye girerek bağırmaya başlıyorum. Tekli koltuğun tepesine çıktığımda elektrik kabloları üstlerini giyinmiş uçlarında vidalarla ışık saça saça geçiş töreni yapıyorlar. Sanırım koltuğa sıçramamın sebebi de bu… Her olayda çocukluğa inişler yapmaya meraklı olan bilinçaltımı suçlayarak meşaleyi bilince vermesini hızlandırıyorum. Bilincim hangisinin gerçek olduğunu anlamak için başlangıç filmindeki soruyu soruyor kendine salona gidişinin başını hatırlıyor musun? Cevabı vermek için artık çok geç: zzz…

16 Eylül 2010 Perşembe

Nazi kampında esir kalan apartman katları!



Nazi kampına benzer bir kamp arife günü pişirilmek üzere masanın üstünden alınan büzme tatlılarının küflenmiş olduğu görülmesi üzerine Asyanın batısında gizli bir yer altı mutfağında kurulmuştu. Yıllardır anne olarak tanıdığım faşist kadın evdeki tatlıları yapmakla yükümlü olduğu için nişasta, un, süt, zeytin yağı, kabartma tozu, yumurtaları yönetimi altına almış, yandaşlarıyla birlikte bu malzemelerden bir apartman katı hamuru hazırlayarak tatlı haline gelmesi için de önce fırınlardan geçmesini sonra da şerbet adı verilen işkence aletinin içine atılması için ilk işlem olarak tahta sofranın başına elinde oklavalarıyla oturmuşlardı. Toplama kampına aldığımız bu karışım Gestapo olduğumuz için ilk bizim elimizden geçiyordu. Biz belli bir şekle şemale erdirince beşer beşer daha üst yetkiliye teslim ediyor onlarda fırına hazırlıyordu. Fırında yakılacak olan bu hamur yarına insanlar dediğimiz doğaüstü varlıklara birer nimet olacaktı,bu yüzden var gücümüzle çalıştık. Yaptığımız şeyin ne kadar doğru olduğunu büzme tatlısının bize ihanet etmesiyle anlayamadık, fakat bizde oluşan kin hırsa dönüştü ve hamuru fırına hazırlama saatimizi azalttı. Hamurları açma işlemi bittikten sonra tepsilere dizilen apartman katı tatlısı hamuru çabuk yanmaları için üzerine yağ ve ceviz eklenerek fırına sürüldü. Tamamen çaresiz ve bitap düşmüş hamurlar kapalı kaldıkları fırının içinde cevizlerin üzerinde yarattıkları acıyla kıvranıyor,fırından kaçmak için ne kadar çaba harcasalar da kapalı kapılardan bir çıkış yolu bulamıyorlardı. Dakikalar sonra istenilen kıvama gelince fırından çıkarılan pişmiş hamur kalıpları için artık bşr anlam ifade etmeyen hayat bundan 50 yıl sonra apartman katı katliamı olarak bir anlam kazanacak ve her yılın arife günü apartman katları yapılarak anılacaktı. Ertesi gün insanlardan aldığımız tepkilerle güçlenen Apartman katı katliamı tüm ülkeye egemen olmuş ve amacından sapmaya başlayarak diğer tatlı çeşitlerine genellenmişti. Buradan yetkililere sesleniyoruz: Afiyet olsun!

1 Eylül 2010 Çarşamba

Son Umudum: II. Ramses



Mısır
M.Ö 2.yüzyıl...
Babası Seti'yi kaybeden Ramses 20 yaşında tathta geçmiş ve ölümden sonraki hayata inanan her mısır tanesi gibi ölümsüzlüğünü tarihe geçirmek için bir çok tapınak inşa ettirmiştir. Belgeselin tam bu kısmında kendimi eve neden kapana kıstığımın yanıtını buldum. Kendimin o unutulmuş tapınakların birinin kiler odasında unutulmuş bir mumya olduğunu anladım. Şu an ki döneme uyum sağlayamamamın tek sebebi olabilirdi. Reenkarnasyon. Bu öyle bir histi ki arkeologlar taşlardaki yazıyı çözdükçe bana ait bir hikayenin içinde hissediyordum kendimi. Bir an şöyle bir soruyla karşı karşıya kaldım 'ben kimdim?'. İçimden atalarımı bulmama dair bir merak uyandı ve kendimi Mısır'a giden ilk uçağın business koltuğunda otururken buldum.Elimde ise taze sıkılmış portakal suyu. Kendimi o kadar mısırlı hissediyordum ki yazara bu kısmı hikayeden silmesini elimdeki portakal suyun yerine ekmek ve bira olmasını söyledim. O da saolsun kırmadı.
Mısır'a iner inmez rehber eşliğinde ancak o tapınağı bulabileceğimi düşünerekten bir turist kabilesinin arasına daldım. Belgeseldeki tapınağı gördüğümde içimde yıllar önce dünyaya gelmenin verdiği bir heyecan vardı iç organlarımda. Halbuki iç organlarımın her biri vücudumdan dışarı çıkarılarak bir bir kaselere konulmuştu. Heyhat insan düşününce bile duygulanıyor. Şimdiye kadar kimsenin bulamadığı tüneli genlerimde yazıyormuşcasına tapınağa girdiğim anda buldum. Karşımdaydım. Beni andıran bir görüntüyle yapılan tabutun içinde yıllar önce mumyalanıp saklanmıştım. Duvardaki yazılara olan aşinalığım da bu yüzdendi ve okuduğum yazı bir kahin büyüsünü anlatıyordu. Cümleleri bitirir bitirmez karşımda flu bir şekilde ortaya çıkan kahin:
-paralel evrenler arasında sıkışıp kaldın ve böyle giderse daha kötüsü olabilir. Bing Benle karşılaşıp yok olabilirsin. Bizim sonsuzluğu arzulama isteğimizi bu şekilde kullanman kimlik karmaşası yaşamana yol açabilir.
- Zaman makinesinin icadına da az kalmıştı. Bu şekilde bir icat yapsam belki insanlık adına büyük kendim için küçük bir adım atmış olabilirim.
- Kahinler derneğinin bun düşünceyi hoş karşılayacaklarını pek sanmıyorum.
- Aramızda kalamaz mı?
- Beş bin dinara belki. Biliyorsun kahinler dünyasında hayat pahalı.
- hımm...peki ya diğer seçeneğim ne?
- Ramses'in ruhunu bedenine getirmek!
- Peki ama nasıl?
- Burada okuduğun büyünün tersini okuyup ortaya çıkan ruha saf kakao dökerek.
- Şaka yapıyor olmalısın.
- E heralde yoksa şimdiye kadar yapılırdı.
- ...
- Tamam alınma söylüyorum. Bİr psikiyatrı da gidip olayı anlatman gerek. bu konuda ciddiyim. Burdan bakınca ciddi sorunların olduğunu görüyorum. Sonra gene gel konuşalım.
-peki hoççakal.
Ertesi gün kendimi psikiyatrinin yanında Freud koltuğuna uzanmış babamı anlatırken buldum. hakket baba modeli bizim yetişmemizde çok büyük bir etkiye sahip imiş. Anlattıkça kiler odasındaki mumyanın sargı bezleri açılıyor ve dünya ile bağlantı kuruyordu. Konuştuğum kişi Psikiyatr değil mumyalanmış bendim, sesim yıllardır kendine o kadar yabancı gelmişti ki bu duyduğum sesle aramda bir yakınlaşma oldu. Kendimi tanımaktan ziyade olmak istediğim beni tanıtmaya çalışmam yıllarca beni kendimden uzaklaştırmış ve bir tapınakın kilerindeki mumya haline getirmişti. Bu duygular sempatik sisinr sistemimi harekete geçirmiş ve bu da polyanna bir kişilik kazandırmıştı bana. II. ramses hayatımı geri vermişti. Peki ya şimdi? yıllardır tanımadığım bu kişiliğe ait değilsem kimdim ben? daha da önemlisi artık editör de mi değildim?
kendimi kandırmaya devam etmek en iyisi sanırım...ehü