30 Aralık 2010 Perşembe

Sefgili Turner,




Kafamın sola doğru esmesiyle ortaya çıkan elektriksel akım beni İzmir semalarına götürdü. Burada gördüğüm manzara karşısında önce şok olmuş sonra da yeni yıla girmeye hakkım olmadığını anlamıştım. Koridorda öğrenciler ile öğretim görevlileri yeni yıla girmenin heycanını birlikte yaşıyorlardı. Evet sevgili Turner belki sana garip gelecek ama biz hocaların önünden geçtiğimizde adam yerine konmadığımızı düşünürken aynı ülkenin farklı yerlerinde bu kadar sıcak bir ortamın var olduğunu bilmek İstanbul'da arka mahallelerdeki insanlarn duygularını anlamakla eş değer bir durum benim için. Belki de artık oradaki insanlara yönelerek peşinden bir kuram ortaya atmanın zamanı geldi. İlham için saol bu arada.
Sevgilerle,
Kudu

28 Aralık 2010 Salı

Flash Bellekteki 5 Yıldızlı Dünya




Sunum taktikleri dersinde terbiyeli ve terbiyesiz sıfatlarının aynı kişide toplanabildiğini gördüğümde şok olmuştum. Ne yazık ki bu şok modu Niçrub adlı kişinin bana jakuzili flash belleğimi vermesiyle sona erdi. Şok olma durumunun arasıra yaşanması gerektiğine inananlardanım. Tetik kelimesinin sadece 'silah tetiği' söz öbeğinde bulunmasının haricinde de varolduğunu ve bunu da şok olma durumunda gerçekleşeceğini düşünüyorum. Neyse, kısaca şok olma durumu hoşuma gitse de kısa sürmüştü. Jakuziyi ve LSD ekran TV'yi içinde barındıran flash belleğime kavuştuktan sonra pazar keyfi yapmak için illa da pazarı beklemek zorunda olmadığımı anladım. Bu esnada ders hala devam ediyordu ve ben bu 5 yıldızlı hayalimi bir süreliğine defterimin arasına kaldırdı.

Dersin içeriği sunumda karşılaşılabilecek zor durumlarda neler yapılabilirliği hakkındaydı. Bugün ise sesi titreyen kişinin sesini daha da titretmesini sağlayarak ortaya çıkan ses dalgarını inceledik. Konu sınıfta ne kadar çok yankılanırsa tizliği o kadar artıyordu. Bunun sonucunda kulaklarımızda oluşan acıya karşı ise kung-fu tekniklerini öğrenerek baş etmeye çalıştık. Tabii zor olmadı değil. Kung-fu tekniğiyle ses dalgalarını başımızdan savdıktan sonra ses dalgaları kendi aralarında muhabbet etmeye başladı. Hemde sınıfta! Onları dinlemek içimizden gelmiyordu. Hipnozu kullanarak onları yok saymayı başardık. Hayatımızdan ses dalgalarını çıkarmak ne kadar zor olsa da çay demlemek o kadar kolaydı. Biz de kahve yerine çay içmeyi alışkanlık haline getirdik. Sınav zamanı kahveye olan duyarlılık çaya karşı gelişmese de evrim özelliğini kullanarak gelecek nesillerde bu duyarlılığı sağlayabileceğimizi düşündük ve kendimizi feda ettik.

Bir süre sonra sınıftaki insanlarda Mehmet Efendi Sendromu ortaya çıktı. bununla baş etmek amacıyla tüm dünyada Türk kahveli nargile içilmeye başlandı. Bu durumdan prim yapan Mehmet Efendiler ise ilk 50 zengin arasına girmeyi başardılar. Sonradan New Times'te çıkan haberlere göre Sendromun Amerika'nın başının altından çıktığı anlaşıldı. Bizde rahat rahat çay içmeye devam ettik karlı soğuk gecelerde.

Saatin yelkovanı akrepini ittirince guguk kuşunu sokmasına ve guguk kuşunun ciyaklamasına sebep oldu. Bu guguk kuşu için ne kadar acı vericiyse bize o kadar haz veriyordu. Bu haz hayvanlara karşı sadist tavırlarımızdan değil de dersin bitişini haber aldığımızdan kaynaklanıyordu. Dersin bitişini haber veren duman gönderme tekniğinden yeni ayrıldığımız için bu yeni teknik bizde heyecan yaratıyor olsa gerek. Ders sona erdi. Guguk kuşunu hemen Veterinelik Fakültesine teslim edip teşekkür ettikten sonra nihayet evlerimize dağıldık.

Eve giderken aklım defterimin arasına sokuşturduğum 5 yıldızlı hayaldeydi. O yüzden etrafımdakileri göremiyordum ve vakit nasıl, ne şekilde geçiyordu anlamıyordum Bir ara tuhaf bir ses dalgasıyla kendime geldim. Meğersem çalan düdüklü tencerenin alarmı değil, yolun ortasında duran arabanın kornasıymış. Ne diye durduğunu düşünmedim bile. Sinirlendiğimi belli ederek cık cık diye ayrıldım oradan ve bu olaydan sonra eve attım kendimi. Hemen günümüzün en popüler bilişim aleti olan bilgisayarı açtım ve flash belleği bilgisayara taktım. Ekranda çıkacak olan görüntüye karşı fazla heyecan yapıp kalp krizinden bu dünyadan tüymemek için perdenin arkasına saklandım. Ekranın açılacağı sayfada 5 yıldızlı hayalime kavuşma setinin perdesi arkasındaydım. Ekran açıldı...Perdenin arkasından çıktım...Bir de ne göreyim! Niçrub kendini flash bellekte unutmuş bisiklete biniyordu. Hayalimin burada kesintiye uğramasının yanında gerçek dünyadaki yatağım da toplanmayı bekliyordu...A.K

1 Aralık 2010 Çarşamba

ne diyor çağdaş filozoflar?


Postmodernist bakış açısıyla gelenekçi yapıdaki değişime dem vuran günümüz filozofları (ki filozof kelimesini sevmiyorlar sonuçta kavrama yüklenen anlamlar farklı:)her bir fenomenin eksikliği olduğu sürece hermoniytiğinin sonsuz olduğunu söyler. Marion'un doymuş/doyurulmuş fenomen dediği şey sezgi karşıtı anlamdaki eksikliktir. Bu tür fenomene en saf örnek tarihtir. Biz geçmişten gelen ve geleceğe devam eden bir tarihin sadece bir parçasıyız. Bİzim bulunduğumuz tarihi biz kendi deneyimlerimizle anlamdırırken bizim ötemizde varolan bir tarih süreci vardır. Herkes kendi tarihini kendi yaşadıklarına göre anlamlandrır ve insanlarla iletişim bir nevi tercüme etmektir. Sonuçta benim sosyal ve kültürel bağlamda edindiğim deneyimler benim hikayemi oluştururlar ve ben bu hikaye kapsamında diğerlerini anlarım. Benim edindiğim bilgiler gibi karşı tarafın edindiği bilgiler de farklıdır. Bu yüzden net bir uzlaşma sağlanmaz ve iki taraf tam olarak biribirini anlayamaz. Her iki tarafta kendi hikayesine göre birbirini anlamlandırabilir fakat bu da hikayelerin ya fazla ya da eksik olarak anlamlanmasına sebep olur. Benim kısıtlı deneyimim karşıdakinin deneyimini anlamada yetersiz kalır ve ben deneyimlerimi ne kadar arttırırsam çevremi o kadar fazla anlamlandırabilirim.

Dini ele aldığımızda inanç benim ona yüklediğim anlamıyla saf inanç değildir. İnanca günümüzde bilgi de eklenmiştir. Tanrı tektir fakat benim onu anlamlandırmamla senin onu anlamlandırman farklı olduğu için Tanrı kavramı doymuş/doyurulmuş bir fenomendir ve sonsuz sayıda hermenoytiği vardır. Hz. Muhammed'in dönemindeki islamiyet ile günümüzdeki islamiyet bu nedenle farklılaşır. En önde sosyal ve kültürel etmenler bu durumun ortaya çıkmasına sebep olmuştur ki Hz.Muhammed'in ölümünden sonra ortaya çıkan mezhepler bunun en bariz örnekleridir.

Dil ilk çağda Hz. Adem ile Tanrı'nın konuştuğu ibraniceye dönüştürülmeye çalışılmıştır. Ortaya çıkması istenen mükemmel evrensel bir dil düşüncesidir. Fakat gün geçtikçe artan dil çeşitliliği bunu engelllemiştir. Bu dillerin saf olan ibranice'den ortaya çıktığı düşünülmeye başlanmıştır. Günümüz Avrupasında ise gitgide artan bir dil renkliliği oluşmaktadır.

18.yüzyılda aydınlanma çağıyla birlikte ortaya çıkan entelektüel adam tipi daha önce kahin,katip, kilisenin yaptığı toplumu değiştirme düşüncesini kilisenin gücünün azalmasıyla devralmıştır. Bu entelektüeller toplum yapısını değiştirmeyi ve toplumu dönüştürmeyi bir amaç edinmişler ve bunu ise aklın gücü sayesinde gerçekleştirebileceklerini iddia etmişlerdir. Bu entelektüeller Tanrı'nın kulu veya tercümanı olmayıp kendilerini Tanrı yerine koymuşlardır. Toplum yapısını değiştirmek için varolan sistemin yok edilip kendi düşünceleri doğrultusunda yeniden oluşturulması gerektiğine inanmışlardır. Fakat bu düşünceleri kendi hayatlarında uygulamakta zorlanmışlardır.

20.yüzyıla gelindiğinde postmodernizmin de etkisiyle ortaya çıkan mutlak belirlenemezlik tarih varolduğu sürece hermenoytiklerin de devam edeceğini öngörmüştür. Mutlak hakikatten bahsedemeyiz çünkü dil belirsizdir. Benim anlatmak istediğimi sen o ana kadar ki bilgilerin kadar anlarsın bu yüzden beni tam anlayamamzsın. Sözcüklere yüklenen anlamlar farklı olduğu için de saf bir anlama mümkün değildir. Psikoterapilere ilgi bu yüzden gün geçtikçe artmaktadır.

JacQues Derrida- Terör, Din ve Yeni Politika


Dünyanın bütün bölgelerinde bir uzlaşma ihtiyacı vardır. Uzlaşma hermenoytiğine bakıldığında sadece ötekinin bir şekilde kimliğini, eşsizliğini kaybettiği bir uzlaşma ,keza yalnızca ötekini kullanarak yapılan bir anlaşma olmayacak bir uzlaşmaysa Derrida bu uzlaşmadan yana olduğunu belirtir. Uzlaşma adil olduğunda uzlaşmaya ilgi duyulabilir. Eğer şiddete son verebilecek veya ortak bir sonuca ulaşabilecek bir anlaşma mümkünse neden uzlaşılmasın? Fakat eğer uzlaşma şiddeti kesmeye yönelik bir bahaneyle daha güçlü olduğunu ispatlayan bir şiddet sahnesi haline gelirse böyle bir uzlaşmada uzlaşma sağlanmış sayılmaz. Bugünkü uzlaşma türü ise hiçbir uzlaşmaya varılamayacak türde şiddettir. ötekiyle bir ilişki içine girmeyi düşündüğümde en uç noktada uzlaşma umudumu terk etmeye hazır olmam gerekir. Saf bağışlama ve affetme eyleminde uzlaşma umudundan yoksun kalırız. Bu koşulsuz mutlak düşünceler ile koşulu düşünceler arasında bir müzakereye kalkıştığımda politik ve hukuki olurum fakat en iyi uzlaşma daima zordur.

Dekonstrüksiyon hiç bir şeyin saf olmadığını söyler. Bu yüzden şiddetten bütünüyle arınmış bir noktaya tamamen saf bir uzlaşmaya varmamız mümkün değildir. Tabiki uzlaşmadığımız sürece. Politik anlamda uzlaşmanın şiddet devam ederken gerçekleşmesinin sebebi de budur. Televizyon sansüre uğradığı için de gerçekte ne olduğunu bilmiyoruz.

Batı'nın Araplara olan siyasetini değiştirmeleri gerekir bunun için de Doğu ve Batı arasında iletişim sağlanabilmesi için Avrupanın tercümesi gerekli fakat yeterli değildir. Avrupa orada olup bitenleri doğru tercüme etmesi için anlaması gerekir. Avrupa kendi hikayesi içinde onun hikayesini anlamlandırabilir, fakat hikayeler farklı olduğundan örtüşmez ve yanlış anlaşılmalar oluşur. Bu yüzden bütün anlamalar yanlış anlaşılmadır ve uzlaşma tam olarak sağlanmaz.

11 eylül sonrasında ötekine duyulan ihtiyaç ve ona yapılan suçlamalar ulusu bölünemez yapması için gerekliydi. Bu saldırı ulusu yeniden inşa etti. Göçmenler ve diğer alt gruplarla uzlaşıldı. Farklı etnik gruptaki insanlar kameraya ''ben Amerikalıyım'' diye açıklama yaptığı bir reklam televizyonlarda yer aldı. Hayret verici olan şey büyün trajedisine rağmen demokrasinin var olduğu düşüncesidir. 1971'de siyahlarla yapılan savaşlar vardı ve onlar şiddet yoluna başvurdular. Burada mutlak belirlenemezliğe atıfta yapılmaktadır.

Tanrı sorunu ise hermenoytik bir problemdir. İnancı benim anlamlandırmam inanç kavramının kesinliğini ortadan kaldırır. Günümüzde inanç saf bir inanç değildir. Aynı zamanda bilgidir de. Tanrı artık Khöra'dır. Tanrı'yı bir egemen değil güçsüz bir şey olaak adlandırırım çünkü sevgi ve adalet ancak bu güçsüzlükten ortaya çıkar.
(Çağdaş Filozoflarla Söyleşiler adlı kitaptan alınmışır.)