26 Ekim 2010 Salı

Patch Adams Bartın Devlet Hastanesinde..


Telefonla konuşurken tuhaf davranışlar sergileyen babamın yalan söylediğine dair kuşkularım beni kemiren düşüncelere dönüştüğünde kardeşimi aramış ve genetik yapıdan kaynaklı bir yalan söyleyememe durumumuz olduğu için o da annemi telefona vermişti. Annem mi? Tabiki o da yalan söyleyememiş ve gerçeği anlatmak zorunda kalmıştı hem de 'bak üzülmiceksin ama' gibi insanı melankoliye sokan bir cümleyle. Babam hastanedeydi ve altı gün öncesinden başlayan mide ağrıları onu üç gün önce mide kanamasından hastaneye yatırmıştı. 'ya yinemi' kelimeleriyle başlayan ciyaklama sesim hesap sorma , Tanrıyla pazarlığa girme, olayı kabul etme ve dualara başlama düzergahını izledikten sonra başladım eve gitme planları yapmaya. bilişşsel sorgulamalar bittikten neyin planını yaptığımı anlayamadığım çünkü zaten günde tek sefer olan otobüs yolcuğumun başına geldim. Normalde yedi saat olan o yol Einstein'in özel görecelik kuramından dolayı sanırım bir hayli uzun geldi ve ben babamın yanına gittiğimde kütlemin ağırlığıma eklendiğini ve yaşlandığımı hissettim. Oda arkadaşlarının hastaneden taburcu olması üzerine kendime bir yatak seçtim ve orayı evim belledim. Öyle ki okuyacağım kitaplar bile komidinin üzerinde yer alıyordu. Hastaneye gitmeden önce babamı ziyaret saatlerinde boş bırakmadıklarına dair aldığım bilgilerin gerçek olduğuna şahit oldum hatta odadan çıkmak zorunda kaldığım anlar bile olmuştur. Babam sevilen bir hasta kalıpyargısını oluşturduğumda Patch Adams'ın insani yönü aklıma geldi. Hastalıklarıyla tanınan hastaları insancıl yönleriyle karşılaştıklarında karşılarında babamı bulurlar. Ne zaman odadan çıksam döndüğümde babam odada yoksa ya bir hastanın yanına gitmiş muhabbeti koyulaştırmıştır ya da az olan yemek miktarının eksikliklerini evden istediği patates haşlamalarıyla gidermeye çalışıyordur. Tabii hemşirelerle ve doktorla yaptığı muhabbetleri de unutmamak gerekir. Odada yatarken gelen hemşirelerin halini hatrını sorması ve koridordaki hemşirelere takılması kısa zamanda samimi bir ortam yaratmıştı. Hastanede kaldığım o akşam ışıkları kapattığımızda kapının üstünden sızan ışık değil nurdu sanki. Uhrevi dünyadaki hırslar, kıskançlıklar, güç kanıtlama çabaları, yargılamalar, kurnazlıklar öyle komikti ki Jim Carrey'in Maske filmiyle yarışabilirdi kafamdaki düşünceler. Ertesi gün hastaneden taburcu edileceğimizi öğrendiğimde uykusuzluktan bitap düşen gözlerim fal taşı gibi açıldı. Çıkış işlemlerini öğle tatiline rağmen bitirdikten sonra babamı anlemerle eve kendimi ise kutlama hazırlığı için pastaneye yönlendirdim. Akşam babamın pasta geçişinde tüm ailenin tek bir dileği saklıydı. Babaannem el çırparak bağırıyordu: 'iyiki hastaneden çıktın Arslaaaan' ...Ertesi gün otobüse bindiğimde somut olarak geride kalan tek şey babamın oda arkadaşının telefon numarasıydı...

16 Ekim 2010 Cumartesi

Ufo ve Fifi Arasındaki Benzerlik


Bir yıl önce alınan oyuncak görünümlü şirin otomat -bu açıklama uzun olduğu için şu andan itibaren Fifi adını koydum- tuşuna basıldığında konuşması gerektiği yerde alındığı günden beri konuşmuyordu. Aslında sahibi olan ev arkadaşım (aynı zamanda sınıf arkadaşım olur kendileri) onu diğerlerinde olan ama onda olmayan konuşma özelliğinin yetersizliğini hissetmesin diye almıştı. Bir yıl böyle süregelmişti taa ki o geceye kadar...
Bursayı sel aldı haberleriyle uyandığımızın gecesinde yağan yağmur, çakan şimşekler ve gök gürültüleri eşliğinde battaniyemize sarılmış horul horul uyuyorduk. Gök gürültüsü tam sesini kesmişti ki evde bir ses; '' dıt dıt ı lav yu'' demeye başladı. O kadar gök gürültüsüne açılmayan gözler o sesi duyuğu anda yadırgadığından olsa gerek hiç uyumuyormuşçasına dank diye açıldı. Varlığını yeni hissettiren fifi aniden çıkardığı sesle kalmadı tuşuna basıldığı halde susmayı da bilemedi. Çirkin ördek yavrusu misali kendi türüne uyum sağlayamayan fifi masum görüntüsüyle bizde acıma duyguları yaratsa da belli bir süre sonra zamanlı zamansız çıkardığı sesler insanı ürkütüyordu. Evin her yerinden çıkma ihtimali de üstüne eklenince Las Vegas'ın yakınlarında bulunan 51. bölgeyi akıllara getirdi. Bu bölge Amerikanın üstün teknolojinin bir ufoyu esir alarak ortaya çıkardığı görüşüne dayansa da bu ufo muhabbetinin ABD tarafından ortaya atıldığı iddiaları da yok değildi. Ne var ki ufoyu yapacak teknoloji ABD'de mevcut olmadığı ortaya çıktı ve bu da fifinin ufoluların gönderdiği bir otomat olduğu hipotezimi doğruluyordu. Elde etmesi gereken bilgiler neydi veya bize zarar verecek miydi gibi sorular beynimdeki nöronlarda büyüyedursun fifinin sesleri bir süre sonra o olmasa da kulağımda yankılanıyordu. Fifi her yerdeydi ve biz fifiyle yaşamaya alışmak durumundaydık.

5 Ekim 2010 Salı

19 Ekim Dünya Satın Almama günü!


18.yüzyıl sonu 19.yüzyılın başında sanayi devrimiyle birlikte fabrikaların ortaya çıkması ve seri üretime geçmesi beraberinde bir tüketim toplumunu oluşturdu. İnsanlar kendi ihtiyaçları için değil ya modaya uymak (son çıkan teknolojiyi elde etmek) ya da toplumun sahip olduğu teknolojilerden geri kalmamak için ürün almaya başladı. Teknoloji önceden insan ihtiyaçlarını gidermek için amaca uygun bir şekilde kullanılsa da artık günümüzde ihtiyaç yaratmak için kullanılmaktadır. Belki bir elektirik süpürgesinin evde daha az zamanda daha fazla hijyen yarattığını söyleyebiliriz fakat bir ekmek yapma makinesine ihtiyaç duyulmadığı halde merak ve hevesle almak hem kendi bütçemize hem de fırıncıların ekmek parasına bir ihanet olur. Teknolojinin artık ihtiyaç üretmesi insanları kişiler arası bilinçaltında var olan bir rekabete sürüklemiştir. Örneğin; Apartmandaki bir ailenin LCD alması diğer ailelerinde almasını özendirmektedir. Lüx malları satın almak ekonomik düzeyi düşük olan veya ihtiyacı olmayan bir aile için artık normalleşmiştir.
Teknolojinin bu kadar hızlı gelişmesi, toplumun kimliğini bulanıklaşmasına sebep olmuştur. İnsanlar hızla değişen topluma ayak uydurmanın bedelini kendi kişiliklerinden ödün vererek ödemişlerdir. Kendi kişiliğine yabancı kalmış bireyler sağlıksız bir toplum oluşturmuş ve toplum da hem ayakları üstünde durmaya çalışan hem de ufak sorunlarla baş edemeyen insanları yaratmıştır. Teknoloji ve kapitalizm sistemiyle oluşan bu düzenin bir parçası olan insan kendi kimliğine yabancılaşmıştır. Öyle ki kişi kendisinin ne istediğini düşünmeksizin alışveriş yapma arzusu duymaktadır. Tüketim toplumu olarak bu durum sadece ekonomik dünyada değil, günlük hayatta yaşanılan ilişkilerde de görülmektedir. İnsanlar birbirlerine artık gerekli toleransı göstermemekte ve bu durum ilişkilerin çıkar amaçlı hale gelmesine neden olmaktadır. Post modern insan artık her şeyden çabuk sıkılan ve hiçbir şeye anlam yüklemeyen maddesel hale gelmiştir.

3 Ekim 2010 Pazar

Sosyosinema..



Georg Simmel'in sır konusunda söyledikleri parlemetoyu ayağa kaldırmıştı. Büyük grupların birbirine karşı mesafeli olması gerektiği ve herşeyini anlatmamasının ilişkinin devamı için gerekli olduğunu düşünüyordu. Oysa toplumun içine doğduğumuz bilgisi temel alındığında 'Fil Adam'ın başına gelenler toplumun iyi bir kavram olmadığını ortaya koyuyordu. Fil adam üzerinden para kazanan insani nitelikler taşıyan canlı onu bir sır gibi saklayarak insanların merak duygularını kullanmaktadır. Toplum ortadan kalktığında bireyin toplumun içindeki davranışlarının yok olduğunu bilen seyirci bu sırra yönetmenle ortak olmuştur. Fil adama kötü davrandığını ortaya çıkaran doktor için o adam artık toplum dışı bir varlık olmuş ve ona göre o adam fil adamdaki insaniyeti içinde barındırmamaktadır. Hastaneye yatırılarak tedavi edilmeye çalışılan fil adamın özü değil, diğer insanlar tarafından görünen yüzüdür. İnsanlık kavramından uzak kalmış insanoğlu için fil adam bir idol niteliğinde olsa bile farklı olanın toplumdan ayrıştırılması fil adama olan önyargıların kırılmasını engellemektedir. Taa ki toplum tarafından kabul görmüş, benimsenmiş bir insanın fil adamla olan iletişimine kadar...O andan itibaren kalıpyargıların değişimi derinlemesine değil topluma ayak uydurmak, diğerlerinden farklılaşmamak içindir. Sır, bu anlamda diğerlerinden tepki almamak için saklanmaya devam edecektir.

Sineklerin sörf dünyası -2-

Genetik yapısının insanla benzer olduğu bilinen sineklerin aile yaşamından ve aile yapısından bahsettikten sonra şimdi daha geniş bir alana yayılarak toplum ve toplumdaki sinek ile ilgili araştırmaları inceleyeceğiz. Sinek toplumunun totemi olan sinek sembolü geçmişlerini geleceğe bağlayan bir unsur.



  • Sinekler özel sektör alanında ve evlencekleri kişi konusunda rekabetçidirler: Seçimlerin açık oy şeklinde yapıldığı gündelik hayatta sinekler için yeri geldiğinde akrabalık söz konusu değildir. Terfi etmek, mirastan pay almak, istedikleri kişiyle evlenmek önem verdikleri şeylerdir ve bu konuda farklı yollara başvurur, ayağınızı kaydırabilirler.





  • Sinek toplumunda normlar sinekler için uyulması gereken kurallardır: Herkes hayatını, hayallerini bu normlar kapsamında çerçevelendirir. Toplumun yarattığı modele uyum sağlandığı sürece toplum bireyin sırtını okşar. Farklı olanlara olan kalıpyargılar kişinin önce etiketlenmesini sonra da toplumdan ayrışmasına sebep olur ki sağlıklı bir üst toplum oluşturulabilsin.





  • Tatillerini deniz kenarlarında geçirirler: Çalışma hayatlarının vızıltısından ve yorgunluğundan dolayı senede iki kere tatile çıkarlar. Kah ailecek kah arkadaşlarıyla gittikleri kum tanelerinde yarı dönemin verdiği yorgunluğu üzerlerinden atmaya ve mesleklerinin kazandırdığı ciddiyeti biraz olsun yumuşatmak amacıyla espiri kulübüne üye olurlar. Kulüpte tanışan bireyler azen hayatlarının aşkını bulurlar ve hiç vakit kaybetmeden evlenirler. Ayrıca evlenmek için televizyona katılacak kadar vakitleri olmadığından evde kalanları da görülmüştür. Bu kişiler belli bir yaşa ulaştıklarında evlilik paketi programı uygulanmakta ve program çerçevesinde tatile yollanarak çiftler kaynaştırılmaktadır.



Arkadaşlarla


Evlilik paketi programı