9 Ağustos 2010 Pazartesi

Burası Ayşosfer,Fark Burada...!


hastaneye gitmem gerektiğini anladığımda servis otobüsünü kaçırmış bulunmaktaydım. Artık yapacak bir şey yok diyerek on beş dakikada bir gelen otobüslerden diğerini beklemek üzere uykusuz dergisindeki karikatürlerle takılmaya karar verdim. kendi aramızda espiri yapıp baya bir eğleniyorduk ki beni dahil beş kişiyi içine alacak yeri olmayan otobüse sığmaya kalkıştık.bu durum afektif duygulanımı bambaşka sahillere taşıyarak deminki Madagaskar adasından amazon ormanlarına götürdü beni.neyse ki fazla nem yok.on dakika boyunca bu atmosferde yaşamak sabrını gösterdikten sonra kendimi ödüllendirmek için gölgede yürümeye karar verdim. hastane kapısına yaklaştığımda bilinmez bir dünyanın kapısından bir simyacı çıkıp 'burada ne arıyorsun kuzum allah aşkına' diyerek beni kendime getirdi. felsefe yolda yürümekti ben ise yolda yürüyordum daha büyük bir nimet var mıydı dünyada o an için. bu aklımı karıştıran kaybolmadan onun peşine takılmam gerekiyordu ama bir şeyler beni engelliyordu. arkama dönüp baktığımda normlarla karşılaştım.beni yapmak istediğim şeyi yapmamam konusunda uyarıyorlardı.düşünmem gereken şeyleri ve Gregor Samsa misali bir hamamböceği olduğumu hatırlatıyor yapmakta olduğum girişimimin Guiness rekorlar kitabına girecek dahi bile olsa bu riske değmeyeceğini fısıldıyorlardı. insanoğullarından olan ben bu çelişkilerden kurtulmak pahasına kendimi hastanenin içine attım ve anladım ki güneş beynime geçmiş. kafamın kızgınığında bir ekmek kızartıp üstüne yereyağ sürdüm öyle lezzetli bir koku yayıldı ki doktor bekleyen hastalar kapı önlerinde değil kafamın dibinde sıra beklemeye koyuldular. tüm dikkatleri üzerime çektiğimi anlayan medya dünyanın neresinden olursa olsun akın akın gelmeye başladı. Küba'da tereyağı bilmeyen arkadaşlara babanemin yaptığı özel imalatımızdan bir kavanoz terayağ yolladık bununla da kalmadık hastanenin kokusunu değiştiren ilk insan olarak Guiness Rekorlar kitabına girdim. bu vesileyle de geç kalmışlığımızın üzerine güzel bir kılıf örtmüş olduk. her neyse gene monoton hayatımıza geri döndüğümüzde anlık heyecanların artık beni tatmin etmediğini farkederekten kendimi devlet işine adamaya karar verdim.(yazar bununla yapmakla yükümlü olduğu stajı kastediyor.) örgü malzemelerimi geç kalmadan ötürü evde unuttuğumdan giriştiğim hiç bir işte mutabık olamadım.geçirdiğim saatler sorgu meleklerinin ölüm anı geldiğinde yerine getireceği görevini devralmış gibi üstüme üstüme geliyordu.ne yapacağımı bilemedim.jerry'nin bir peynir uğruna yaptığı girişimlere özenerekten kendimi açık olan en yakın pencereye attım.tam nefes alıyordum ki aldığım nefesin oksijenden çok nemli karbondioksit olduğunu farkettim.geriye dönüp baktığımda hastanedeki insanların artık tereyağ sırasında olmadığını ve üzerlerinden nasıl ki bir yaz günü soğuk su kayaya çarptığında buhar çıkarır aynı o vaziyette buharlar çıktığını ve o buharlardan da konuşma baloncuğu oluştuğunu ve o baloncuklarda da içlerindeki hayvani yanı gördüm. tekrar cama dönmem, arkama dönmemden daha kısa sürdü.tam kendimi geçmişten bir güne sürükleyecekken gözüme çarpan o manzara karşısında havanın 34 derece olduğu şehirde çay içesim geldi. üç yüz metre ötemde sırtında gitar çantasıyla giden basketbol şortlu bir kız ve aynı karede bu sıra moda olan mavi,kırmızı ve beyaz çizgilerle donatılmış bir eteği giymiş olan bir bayan duruyordu. çelişkilerimin bir yansıması olan bu ekran bana bir yandan yanlış model almamdan kaynaklanan erkeksiliğimi ve herşeye heves edebilen hipokampüsümü, bir yandan da kızcıl kıyafetler giymeye başlayan olgunlaşması gereken süperegomu hatırlattı. o an ben derin düşüncelere dalmışken mesai saati de sona erdi. şu an düşündüğüm çelişkili kişiliğimden nasıl kurtulacağımdan çok yarının bugün kadar eğlenceli geçip geçmeyeceği sorusu.acaba bu durumu bir monoton sorunsalı haline getirmem Fethiye'de çadırla tatil keyfi yerine Bakırköy'de bön bön beyaz duvara bakmama sebep olar mı? merahkla beklicimmmm...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder